Aile Yapısındaki Çözülmeler Suç İşlemeye Eğilimi Arttırıyor…
Şiddet ve terörün maruziyet oranlarındaki artıştan dolayı etki alanlarının gittikçe yaygınlaştığını belirten Aile Terapileri ve Terapistleri Derneği (TERAPİDER) Genel Başkanı Uz. Dr. Taner CANATAR;‘Yeni yılın huzur ve barış getirmesi dileklerimize rağmen umutlarımızı, beklentilerimizi, hayallerimizi Reina’da kana buladılar. Sadece yılbaşı eğlencesine karşı değildi bu hain kurşunlar, aynı zamanda insanlığa, barışa, kardeşliğe, geleceğe dair hayallerimize ve ortak değerlerimize de doğrultuldu. Şiddete başvurarak kaygı ve korku yaratıp bir takım istekleri kabul ettirmek için gerçekleştirilen bu ve benzer terör eylemlerinin en önemli amacı toplumsal yapıyı aşındırmaktır. Eşitsizliklerin kurumsallaştığı, ortak iyi ve milli menfaatler etrafında birlikteliği sağlayan “toplumsal uyum”un etkinliğini yitirmeye başladığı bu gibi durumlarda, şiddet ve terör riski de artmaktadır. Her ne kadar yöntemleri ve etkileri değişse de terörün insan hayatına olan etkisi, çoğunlukla değişmez bir şekilde travmatik olmasıdır. Teröre doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalan bireylerin ve toplumların günlük yaşantılarında, duygu ve düşüncelerinde, geleceğe ilişkin beklenti ve umutlarında kalıcı hasarlar oluşabilmektedir.’ dedi.
Toplumu oluşturan bireylerin ruhsal ve zihinsel yapıları ile davranış modellerinin şekillenmesinin, içindeki yaşadıkları toplumsal gerçeklikten soyutlanmasının mümkün olmadığını ifade eden Dr. CANATAR; ‘Teröristlerin, psikolojik faktörlerin etkisinde kaldığı, şiddete başvurmaya kendilerini zaman zaman zorunlu hissettikleri ve bunu sahip oldukları özel bir mantıkla yaptıklarına ilişkin bulgulara rastlanmaktadır. Bu bulgular, şiddet ve teröre başvuranların çoğunun zihin dünyasında “biz” ve “onlar” ayrımı yaptığını göstermektedir. Bu ayrım sonucunda “ötekiler” veya “onlar” tüm kötülüklerin kaynağı olarak algılanmaya başlarken “biz” ise özgürlük ve adalet için mücadele eden erdemli bir topluluk olarak görülür. Bu mantığa göre tüm sorunların ve kötülüklerin kaynağı olarak görülen “diğerleri” yok edilmelidir. Yine bu anlayışla bakıldığında şiddete başvurarak “diğerlerini” saf dışı bırakmak hem adil hem de erdemli olan bir yol olarak görülebilir. Bu sağlıksız mantığın oluşumunda ise toplumun temel taşı olan ailenin rolü yadsınamaz. Teröristlerin ruh hali incelendiğinde çoğu defa ebeveynleri tarafından dövüldükleri veya tacize uğradıkları ve kişisel sınırlarının ihlal edilme yoluyla kişisel kimlik duygularının zarar görmesi dikkati çeker. Ayrımcılığa uğramış, ezilmiş ve örselenmiş teröristler, ailesi veya güvenli bir şekilde bağlanabileceği kişilerin ya da grupların arayışı içindedir. Kişisel güvenliklerine olan inancı bozulmuş, gelecekle ilgili ümit duygusu zayıflamış, hayatını koruma ile ilgili ilkel inancı ihlal edilmiş kişilerin terörist olma ihtimalleri daha yüksektir. Özgüveni olmayan ve kişiliği oturmamış insanlar için bu tür eylemler gruplar aidiyet istekleri için adeta kurtuluş köprüsüdür. Bununla birlikte herhangi bir ideolojiye ya da inanca bağlanmış kesin inançlı fanatiklerden seçilen teröristler, seri katiller gibi hastalıklı ve saplantılı psikolojik bozukluklara sahip olmayabilirler. Sonuç olarak her ne kadar aile, şiddet ve terörün kaynağı olmasa da, yapısındaki çözülmeler, çocuk ve gençlerin ilerleyen yaşlarda aile bireylerinin uyumlu olduğu aile ortamlarında yetişen çocuklara göre suç işlemeye daha yatkın bir kişilik geliştirdiklerini göstermektedir. Bu bağlamda aile yapısı desteklenmeli, sağlıklı ailelerin sağlıklı nesiller yetiştireceği unutulmamalı ve toplumsal ayrımcılıklar ortadan kaldırılmalıdır.’ dedi.